O karikatür öyle çizilmez, böyle çizilir

O karikatür öyle çizilmez, böyle çizilir

Abrar Sabbah…

Filistinli…

Türkiye’de üniversitede okudu.

Konya Selçuk Üniversitesi gazetecilik bölümünde.

Aynı zamanda grafik sanatçısı.

Fransa’daki pespaye Charlie Hebdo dergisinin, mizah adı altında zeka ve insanlık düzeylerini yansıtan deprem karikatürünü, ‘insani, İslami ve Türk’ bir cevaba dönüştürmüş.

Türkiye’nin enkazdan tek yumruk olarak çıkacağını anlatmış.

Altına da mesajını yazmış:

‘Hey ahlaksız Charlie Hebdo!

Öyle çizmeyecektiniz, Böyle çizecektiniz!

Yeniden ayağa kalkacağız. Bu güçlü millet kalkacak!’

***

Abrar, Filistinli…

‘Türk Milleti’ ifadesini sadece bir ‘ırk’ tanımlamaz, ‘dilde, fikirde, işte, hedefte, duyguda birlik’ tanımlar.

Abrar, Türkiye’de muhalefet partilerinin yönetimindeki belediyeleri devlet kurumlarından, devlet kurumlarını Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nden; AFAD’ı, Ahbap derneğini, İHH’yı, irili ufaklı yardım kuruluşlarını ‘ayrıştırmaya’ çalışanlardan daha ‘Türk’

***

Abrar, Filistinli…

‘Türk çocukları üniversiteye sınavla giriyor, Araplar sınavsız alınıyor’ diye Batı’dan örneklenmiş ‘beyaz ırkçılığı’ Türkiye’ye ithal eden pespayelerden daha ‘Türk’

Türklerin Filistinli olduğu kadar Türk…

DEPREM SEÇİMDE KİME YARAR!

Bu soruyu Reuters’in analizcisi ‘kendi kendine’ sormuş, cevabını da kendini analist yerine koyarak kendi vermiş:

‘Deprem felaketi, Mayıs ayında yapılması planlanan seçimlerde Erdoğan açısından yeni bir zorluk anlamına gelebilir. Hükümetin felakete doğru yanıtı vermeyi başaramadığı şeklindeki herhangi bir algı, Erdoğan’ın yeniden seçilme şansına zarar verebilir. Ancak analistler, diğer yandan, Erdoğan’ın krize verilen yanıt etrafında ulusal destek toplayabileceği ve seçim öncesi konumunu güçlendirebileceği yorumunu da yapıyor.’

Kasap post derdinde…

***

Batı ülkelerinin ve medyalarının yaklaşımı budur.

Kendi tanıklığımdan biliyorum.

15 Temmuz alçaklığından sonra Ankara’da kimi elçiliklerden ziyaretime gelenler olmuştu.

Soruları FETÖ’yü anlamak veya en azından darbeyi kimin yaptığı üzerine değildi; ‘hükümet şimdi buna nasıl tepki verir, otoriterleşir mi’ üzerineydi…

Onlara dedim ki;

‘Yargıyı iktidarın parçası olarak görüyorsunuz ya, tamam… Bu iktidar, darbecileri mahzene kapatmadı, gece yarısı mahkemeleri açtı, hakim karşısına çıkararak tutukladı. Hatta ‘arazi bakıyormuş, sivilmiş’ diye en sinsi alçağı (Adil Öksüz) bile serbest bırakıldı. Sonra başsavcı yeniden tutuklama kararı isteyince hakim bu kez -sanki o anda darbe yaşanmıyormuş gibi- ‘yeni delil’ istedi. Neden sonra, ‘sahte adres vermiş olduğu’ tespit edilince yeni arama kararı çıkarıldı. Darbe anında bile ‘normal hukuk’ uygulaması yapan bir Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hükümeti varken bu soru manalı değil.’

Bir başkasını daha dün yaşadım. Yabancı gazete ve televizyonlar, Türk gazetecilerle görüşmek istiyormuş. ‘Deprem felaketi seçimde hangi partiyi nasıl etkiler’ diye konuşacaklarmış!

Dedim ki; ‘Arasınlar, o soruya da cevabım olacak; ‘iki dakika bir durun, canlarımızı kurtaralım, kayıplarımıza ağlayalım, yaralarımızı saralım. Seçim bizim seçimimiz, hesabını biz yapmıyoruz, size ne oluyor’ diyeceğim. Yayınlama sözü veriyorlarsa, arasınlar.’

***

‘Kime yarar’

Faydacı, çıkarcı yaklaşım bizim yaklaşımımız olmamalı…

CHP Genel Başkanı’nın, depremin ilk günü yaptığı basın açıklamasında sorumlu ve duygusal konuşmasından, AFAD’ı ziyaret ederek bilgi almasından sonra, akşam saatlerinde tutum değiştirerek, felaketi hükümetin üzerine yıkma politikasına dönüşünün arkasında da böyle bir akıl var.

Bunu Kemal Bey mi yaptı, aklı fikri Erdoğan‘ı devirmek olan Reutersgillerden kampanya ajansının zeki ve çevik ekibi mi?

Sabahki açıklamasında Türkiye’ye yardım teklifinde bulunan yabancı ülkeleri ‘dayanışma kültürü’ adına teşekkür eden Kılıçdaroğlu, aynı ‘dayanışma kültürü’nü neden kendi hükümetine karşı sergilemekten kaçındı?

Neden ‘İktidarla hizalanmayı reddediyorum’ dedi?

Google’da aradım…

‘İktidarla hizalanma’ ifadesi, Kılıçdaroğlu’dan önce kullanılmış görünmüyor.

Onun ifade tarzı da değil…

Bu ifade ancak, Türkiye’de yaşanan her şeyi, kovid salgınını, enflasyonu ‘Erdoğan’ın yeniden seçilmesini tehdit eden gelişmeler’ olarak işaretleyen ve buna göre ‘hikayeler’ yazacak ‘gazeteci’ arayan Reutersgiller ailesinden birilerine ait olabilir.

Kılıçdaroğlu’nu, ona rol yazanlardan ayırmak gibi bi

derdim yok.

Sadece ‘organize işler’e işaret etmek istedim.

Ve ‘beş dakikada değişen bazı işler’e…

FELAKET BÜYÜK, HER YERE YETİŞEMEDİK

Depremde can verenlere Allah’tan rahmet, yakınlarına sabır ve metanet dilerim.

Bedeni ve ruhu yaralanan kardeşlerimizin, evlatlarımızın hayata dönüşü, maddi kayıpların yerine konulması devletimizin ve milletimizin, tek tek hepimizin sorumluluğu.

Asıl büyük sorumluluğumuz ise felaketlerin can kayıplarına yol açmaması için kafa ve yürek patlatmak.

Felaketlerden ders almak yetmez, derslerden kural çıkarmak gerekir.

Çünkü dersler, ancak kural çıkarabilirseniz gelecekte yaşanabilecek felaketlerde kurtarıcı olur.

***

Deprem, sel, çığ, yangın gibi felaket risklerini bize coğrafya ve meteoroloji bilimleri söylüyor.

Yapacağımız şey, insan yerleşimlerini, yolları, inşa ve yaşam kurallarını belirlemek; uyulmasını sağlamak, denetlemek.

Felaketlerde ilk müdahale, kurtarma, koruma, yardım götürme ve tahliye operasyonlarını planlamak.

Ve bütün bu süreçte hem iletişim trafiğini hem de kamuoyunu bilgilendirme anlamında iletişimi sağlamak.

***

Aynı zamanda yalan haberler, insanların acılarını siyasi kışkırtma amaçlı kullananlar gibi ‘kötücül iletişim’ de bir ‘insan yapımı felaket’tir; bununla da aynı kural ve yöntemler belirleyerek mücadele etmek gerekir.

***

Türkiye bugün bunlarla sınanıyor yeniden…

Ve herşeye rağmen hiç olmadığı kadar başarılı.

Evet ama yetmez…

Bize daha iyisi yakışır.

***

Görmediğimiz felaket, yaşamadığımız afet kalmadı.

Yeterince de ders aldık.

Önemli kurallar da koyduk.

Ama uygulamada ve uymada; eski yapıları yeni kurallara uygun yenilemede eksiklerimiz var; giderelim…

***

Acıları, kaygıları, üzüntüleri yarıştırmayalım…

Koyduğumuz kurallara uymakta yarışalım.

Yardım kuruluşlarımızı, gönüllülerimizi, belediyelerimizi inanç ve ideolojilerimize, yaşam tarzlarımıza göre ayrıştırmayalım.

***

Bu o kadar ‘normal’ hale gelsin ki, aklına ‘seçimde kime yarar’ düşüncesi gelen utansın.

Bu o kadar normal hale gelsin ki, ‘her yere yetişemedik’ demek ‘zafiyet’ sayılmasın.

Bunu söyleyen değil, zafiyet sayan kınansın…

***

Bunu ve bu anlamda daha fazlasını yapmak, kaybettiklerimize, ateşin düştüğü yerde yananlara ‘borcumuz’

Ve bu borç, onların ödedikleri bedelden daha büyük değil…

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Would you like to receive notifications on latest updates? No Yes